Domino taşlarını peş peşe dik bir şekilde düz bir zemine dizip ilk taşa dokunduğumuzda hepsinin yıkıldığını görürüz.
7. yüzyılın hemen başında Dünya’nın iki süper gücünden Doğu
Roma İmparatoru İhtiyar Heraklius ile Sasani İmparatoru 2. Hüsrev kırk yıl
süren imkansız savaşı başlattılar. Hüsrev, Kudüs’teki kutsal çarmıhı yerinden
oynatınca Heraklius da intikam ateşiyle Zerdüşt tapınaklarındaki alevleri
söndürdü.
Anadolu, İran, Irak ve
Filistin yangın yerine döndü. Bin yıllık İpek Yolu’na alternatif arandı.
Hintlinin, Çinlinin ürettiği mallar Avrupa’ya yeni bir güzergahla, Baharat Yolu
ile taşınmaya başlandı.
Sasani Vassalı Hire merkezli Lahmiler ve Bizans Vassalı Şam
merkezli Gassaniler, büyük savaştan karlı çıkan iki güç oldular. Baharat
Yolu’nun üzerindeydiler ve zenginleştiler. Bunlar tabii ki Araplardı. İslam ile
tek çatı altında birleştiler. Bir dönem Emeviler adıyla Şam başkenti oldu, bir
dönem Abbasiler adıyla Bağdat başkenti oldu.
Sasaniler, Zerdüşt ateşinden küle döndü. Bizans ise
çivilenen elleriyle İstanbul’a çekildi. Araplar kılıçla Batı’da Mısır’dan
Libya’ya oradan Endülüs’e, doğuda Türkistan’a kadar yayıldılar.
9 yüzyılın ilk yarısında baharat ile, ipek ile dolup taşan
hilafet coğrafyası barışçıl bir asır başlattı. Karnı tok sırtı pek Araplar
doğaya merak saldılar. Zaten ticaretin erbabı olan kervan sahipleri İlk Çağ’ın
Hint, Çin, İran yazılı eserlerini Bağdat’a taşıyorlardı. Batıya da mal taşıyan
bu tüccarlar, Batı’dan Batlamyus’u, Aristo’yu, Platon’u Bağdat’a getirdiler.
Bağdat; 9, 10 ve 11.yüzyıllarda bilim ve kültürün başkenti oldu. Hintçe,
Farsça, Çince, Eski Yunanca, Aramice ve Süryanice eserler Arapça’ya çevrildi.
Abbasi halifesi 2. Memun’un emriyle Bağdat’ta medrese kuruldu.
Kimler yoktu ki o medresede? Bazısı öğretmen, bazısı
öğrenci…
İbni Sina, Farabi, Ömer Hayyam, Hasan Sabbah ve niceleri…
Emevilerin kılıçla İslamından, Abbasilerin bilgi ve barışla
İslamına… İşte bu ortamda, 1019’da Balasagun’da doğdu Yusuf. Uygur Türk
mirasıyla Abbasi İslam Rönesansı ışığında şekillendi aklı…
Kaşgar’a göç etti. Karahanlı Türklerinin otağıydı bu
coğrafya. Öncülleri Çinli Sun Tsu, Yunanlı Platon ve Farabi gibi
siyasetnamesini yazmaya başladı Kaşgar’da.
Seveni sevmez geyik gibi kaçar
Kaçana yapışır ayağından tutar
Bir bakarsın süslenip ardından koşar
Bir bakarsın yine döndürür yüzünü
Bir bakarsın görmezden gelip yere bakar
Bir bakarsın yine döndürür yüzünü
Tutmak istersen nazlanır
Vermez özünü
Kutadgu Bilig’i 2 yılda tamamlamıştır. Farabi’den, Ömer
Hayyam’dan, Biruni’den, Firdevsi’den beslenmiştir dimağı.
Siyasetnamesini, Karahanlı Hükümdarı Tamgaç Uluğ Buğra Han’a
sunmuştur. Hacip unvanıyla saraya davet edilmiştir. Peki bu eser hangi
şartlarda, hangi amaçla yazılmıştır?
O esnada Türkistan bölgesi siyasi kargaşa içindeydi. Moğol
baskıları, iç savaşlar ve dış istilalar bölge halkını derinden etkilemişti.
Yusuf Has Hacip, halkın manevi değerlerini güçlendirmek,
halkı bir araya getirmek ve onlara rehberlik etmek amacıyla bu eseri dönemin
Türkçesiyle kaleme almıştır.
Ahlaki prensipler, devlet yönetim, aile ilişkileri, dostluk,
sadakat ve adalet gibi konuları ele almaktadır. Eserin yazılış amacını Turgut
Özakman’ın ‘’Şu Çılgın Türkler’’ kitabını yazma amacına benzetebiliriz. İki
eser de tarihte hoş bir seda olarak kaldılar.
20. yüzyıla kadar Ortadoğu ve daha doğusunda iki meslek pek
revaçta ve çok itibarlıydı. Berberlik ve anlatıcılık.
İlki hacamat yapar, iltihap deşer, İslami sünnet merasini
tamamlardı. Yani doktorluktu anlayacağınız…
Anlatıcılar ise diyar diyar gezer, kutsal kitaplardaki
menkıbeleri ballandıra ballandıra, üzerine kata kata anlatır, bilimsel olmasa
da bilgiyi dilden dile yayarlardı.
Yusuf, Siyasetnamesini bu nedenle yüz yüze konuşmalar ve
tiyatral ögelerle süsleyerek yazmıştır. Yaşadığı dönemde okur yazar kaç kişi
vardı ki?
Mesele yazıların, okuyanın dili ile anlatıcıya nakledilmesi
ve anlatıcının da ayak bastığı her yere bilgiyi taşımasıdır.
Yusuf Has Hacip, devlet yöneticilerine birbirine bağlı
bulunan fert, cemiyet ve devlet hayatının ideal bir biçimde düzenlenmesinde
zaruri olan zihniyet, akıl ve faziletlerin neler olduğu ve bunların nasıl elde
edileceği üzerine sanatkarane bir şekilde durmuştur.
Verdiği örnekler bin yıllık Türk töresi ve devlet geleneğine
aittir.
Şu vasıflar olmalı kumandanda
Sefere çıkanda, ordu düzende
Savaşta olmalı aslan yüreği
Dövüşünce gerek kaplan bileği
Domuz gibi inatçı, kurt gibi güçlü
Ayı gibi azgın, yaban öküzü öçlü
Hilede kızıl tilki gibi olmalı
Deve buğrası gibi öç, kin sunmalı
Saksağandan daha tetik olmalı
Kaya kuzgunu gibi uzağı seçmeli
Hamiyeti aslanlar gibi yüce
Baykuş gibi uykusuz kalmalı gece
Siyasetnamesinde geçen bu manzum kesit, Anadolu’nun çelik
kapılarını Türk akıncılarına açan Alparslan’ı, Konstaniyye’nin Haliçteki
zincirlerini kıran Fatih Sultan Mehmet Han’ı, Metristepe’den Duatepeye, oradan
da Kocatepe’ye Kızılcagün ile Türk’e güneş olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü
anlatmıyor mu?
Bin yılın mirası Yusuf Has Hacip’in Siyasetname’si,
mesneviyi nazım şeklinde kullanan ilk Türkçe eserdir.
Büyük düşünür 1077’de Kaşgar’da vefat etmiştir. Türbesi de
bu şehirdedir.
Yaratan, besleyen ve esirgeyen Tanrının adıyla söze
başladım. Okuyana mutluluk versin ve ona yardımcı olsun diye kitabın adını
Kutadgu Bilig koydum. İnsanların iki cihan için yardımcısı olsun diye sözümü
söyledim. Kitabımı yazdım.
Ruhun şad olsun, Türkün bilgesi!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder