28 Mayıs 2025 Çarşamba

24 KASIM 2019

Gezegenimiz, oldukça basit bir yapıya sahipmiş gibi gözükse de işin aslı böyle değildir. Evrenin çok küçük bir kısmını kaplayan insanların tarihi ise, tahmin edemeyeceğimiz kadar büyük sırlarla doludur.

Nereden geldiğimizi hep merak ederiz. Kutsal olarak kabul ettiğimiz kaynaklar ilk insandan bahsederken, bilimsel kaynaklar bizlere evrimden söz eder. Bilimsel olanı doğru kabul etmek bizlere daha uygun gelir, çünkü bilimsel açıklamalar mantığa dayalıdır. Fakat düşünmeyen bir toplumda, insanlarımızın içine incelikle işlenmiş olan korku, bizlere doğduğumuz andan itibaren dayatılan yargıların öne çıkması sağlar.

Halbuki, aklımıza yatmayan her şeyden hızla uzaklaşırız. Bizim gibi düşünmedikleri için insanları yargılarız. Araştırırız, sorgularız, doğru bulduğumuz düşünceleri, sırf doğru olduğunu düşündüğümüz için insanlara yaymaya çalışırız.

Kitap okuyan insanları, ne okuduklarını bile bilmeden takdir ederiz. Çünkü toplumuzdaki birçok kişiye göre önemli olan şey kitap okumuş olmamızdır. Bu işin doğrusu ise, herhangi bir sosyal medya uygulamasında paylaşacağımız, ünlü bir markadan temin etmiş olduğumuz kahve ile tek bir sayfasına bile elimizi sürmeyeceğimiz çok satanlar listesinde bulunan bir kitabın fotoğrafından ibarettir. Kitabı okusak bile -ki bunun mümkün olma olasılığı oldukça azdır- yalnızca arkadaş ortamında ‘’Ben bu kitabı okudum, çok beğendim.’’ Demek için okuruz. Kitapta bahsedilen konu üzerine kafa yormaya ihtiyacımız yoktur, çünkü biz zaten her şeyi biliriz, en harika olanı da kendimiz olarak görürüz!

Ünlü Antik Yunan filozofu Platon, ‘’Kişinin kendini fethetmesi, zaferlerin en büyüğüdür.’’ der.

 İnsanlarımız yıllar boyunca daha iyi uyutulmak ve ileride köle olarak kullanılmak için ezberci bir sistemin kurbanı olduklarından dolayı, düşünme yetilerini kaybetmiş olarak yaşarlar. Anlatılan her şeye çabucak inanırlar. Düşünmezler, çünkü hazıra alışmışlardır. Çoğumuz, bir kitap ya da bir makale üzerine kafa yormak  ve yeni bir dil öğrenmeye çalışarak kendimizi fethetmekten ziyade, propaganda yapmaktan ibaret olan ‘’fetih’’ dizilerini izleyerek uyutulmayı tercih ederiz. Yeni şeyler öğrenip de yıllar boyunca beynimize kazımış olduğumuz klişelerden kurtulmaktan korkarız, bunun nedeni olarak da toplum baskısını öne süreriz. ’’Yaşadığımız olaylardan ders çıkarmalıyız.’’ deriz herkese, fakat geçmişte yaşanan olaylardan ders çıkarmayı geçtim, bir çay ya da üzümlü kek uğruna hepsini unuturuz. Hiçbirimiz dürüst olmayı, kendimiz gibi davranmayı seçmeyiz, işimize gelmez çünkü.

 

Sürekli eğitim sistemimizin ne kadar kötü olduğundan bahsederiz, ama bunun nedenini bir türlü açıklayamayız. ‘’Bütün insanlar farklı bir zekaya sahiptir. İnsanlarımızı beyinlerinin yatkın olduğu bölümlere, örneğin sosyal veya sayısal bilimlere, sanata ya da felsefeye yönlendirmeyi tercih etmeliyiz. Matematik yapabilenler diğerlerinden üstün değildir. Eğer herkes mükemmel derecede matematik yapsaydı, fabrikadan çıkmış gibi birbirimizin kopyası olurduk.’’ demek bize zor gelir.

 

Bizi Batı uygarlıklarından yüzyıllar boyunca geride bırakan sorun da tam olarak budur.

 

Türkiye’deki çoğu öğretmenin amacı öğrencilerini ülkesine yararlı bir birey olarak yetiştirmek değildir. Öğretmenin düşündüğü, daha doğrusu düşünmek zorunda bırakıldığı konu kendisidir, ailesidir, maaşıyla çocuklarına nasıl güzel bir yaşam vaat edeceğidir.

 

İnsanlarımız eğitimin ücretsiz olmasını savunurlar, fakat çocuklarını etütlere, dershanelere ve özel ders veren öğretmenlere yönlendirirler. Öğretmenler geçim sıkıntısını birazcık da olsa hafifletebilmek için özel ders vermeye mahkum bırakılırlar, haftalar boyunca anlatamadığı konuyu bir özel ders saatinde vermeye çalışırlar. Para, insanoğlunu işte böyle köleleştirir. Burada suçlu olan kişi ne velidir, ne öğretmendir, ne de öğrencidir. Veli, çocuğunun iyi bir eğitim almasını ister, öğretmen ise kendi çocuğunun eğitimini sağlayabilmek. Hepsi buna alışmak zorunda bırakılmıştır. Kimsenin aklına bir terslik olmuş olabileceği gelmez, herkes kendi derdindedir. Hiçbir öğrencinin aklına bir sorunun mantığını kavramak gelmez, çünkü o soruları ezberleyerek yapmak daha kolaydır. 

 

Burada suçlu olan tek şey, insanlarımızı hazıra alıştıran sistemdir.

 

Kimin haklı olduğuna bakmayız, kim diğerinden daha fazla ekrana çıkarsa ve daha fazla konuşursa sadece onu dinleriz. Sürü psikolojisi denir buna. Kalabalıklar tehlikelidir çünkü bir topluluk ne kadar kalabalık olursa cehalet, yolsuzluk ve ahlaksızlık da o kadar artar. Bu ikisi arttıkça insanlar kendilerini boy aynasında görecek ve mükemmel toplum ütopyasının vaat edildiği cehalete doğru yönelmeye başlayacaktır. Kalabalık bir takipçi kitlesi olan insan tehlikeli olduğu kadar tehlikededir de, bu topluluk onu ya göğe yüceltecektir, ya da yerin dibine fırlatacaktır. Aydınlanma bilgiyle, bilgi araştırmayla, araştırma merakla ve merak ise düşünmeyle var olur, yani her şeyin başında insanın düşünsel evrimi vardır. Ahlaksızlığın arttığı gibi aydınlık da artacaktır ve en sonunda ışık karanlığı yenecektir, karanlık ışıktan önce davranıp onu soğurmazsa tabii ki. İnsanların aradıkları şey adalet değil bu dünyada, her kim güçlüyse onun tarafında oluyorlar çünkü umursadıkları tek şey bolluk.

 

 

Bütün öğretmenlerimin öğretmenler gününü en içten ve en güzel dileklerimle kutlarım.

 

 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder