Gazete
ve dergi gibi kitle iletişim araçlarının doğuşu 18.yüzyılda endüstri devrimiyle
başladı. 19.yüzyılda iletişim aracı olarak telefon ve telgraf, yine aynı hızla
radyo ve 20.yüzyılın ilk çeyreğinde televizyon icat edildi. 2 büyük savaş gören
dünya halkları hızla gazeteden radyoya, radyodan televizyona geçtiler.
19 ve 20.yüzyıl
modernleşmenin ve buluşların mutlak çağı oldu. Köleliğin yerini işçi sınıfının
alması ve savaşlar sonrası toplumun alt kesimlerinin göreceli bir refaha
kavuşması, açlık sıkıntısının yerini meraka bıraktı.
Bilhassa,
2.Dünya Savaşı sonrası, ABD’nin Mutlak Dünya İmparatorluğu, Sam Amcanın yaşam
tarzını tüm dünyaya dayattı. Kitle iletişim aracı olarak saydığımız gazete,
dergi, radyo ve televizyon, Amerikan propaganda aygıtına dönüştürüldü. Misal,
Amerikan filmlerindeki aile kavramı kusursuz aile olarak bize anlatıldı.
Çalışan baba, ev hanımı anne ve çocuklar… Tek katlı bahçeli evde, baba akşam
işten eve geldiğinde annenin hazırladığı yemekler ailecek yenir, sonra da
televizyon karşısına geçilir.
1970 sonrası
çok uluslu şirketler ve zengin iş adamları, refah seviyesi artan çalışanlarının
isteklerinde artması üzerine, modern çağın kendi çıkarlarını tehdit ettiğini
görünce, yeni bir düzen arayışına girdiler. Böylece, post-modern çağ dediğimiz,
ekonomide neo-liberal çağ başladı. Artık, işçi sendikalarının yerini dini
cemaatler, kütüphanelerin yerini bizim gibi ülkelerde kahvehaneler aldı.
1970’li
yıllarda, petrol fiyatlarının aniden artması, ekonomiyi yönlendiren devletlerin
ve büyük şirketlerin, sanayi yerine bilişime yatırım yapmasına önayak oldu.
ABD’de Microsoft
ve Apple, Japonya’da Panasonic, Çin’de Huami, Kore’de Samsung, Hyundai, Kia
gibi bilişim odaklı şirketler kuruldu. ABD, Avrupa Ülkeleri, Çin, Japonya gibi
ülkeler üretirken ve bilimsel buluşlarla üretimlerini arttırırken ne yazık ki
3.Dünya ülkeleri üreten ülkelerin ham maddeleri haline getirildi.
1980’ler,
bilgisayar çağının halkla buluştuğu dönemdir ve sonuna doğru Amerikan kökenli
Motorola firmasının kablosuz telefon teknolojisi ve Dünya’daki tüm bilişim
ürünlerini birbirine bağlayan şebekeler, günümüzün habercisi oldular.
Dünya’nın
gelişmiş ulusları üretirken, geri kalmış ulusları tüketici haline dönüştürüldü.
Ülkemizde, 90’lı yıllarda ABD ve Japonya üretimi olan bilgisayarlar aşırı
üretim nedeniyle ucuzlayarak, alt gelir gruplarının evlerine girmeye başladı.
Türkiye’de,
1994’te GSM operatörleri hizmete başladı. Kapitalizmin ana şartı, arz-talep
dengesidir. Operatör şirketleri hat sattıkça, Batılı telefon üreticisi şirketler
ve Türkiye’deki iş ortakları başarılı ithalat hamleleriyle Türkiye’de
milyonlarca telefon sattılar.
İlk telefonlar,
çağrı ve mesaj özelliklerine sahipti. Ancak, gerek ülkemizde, gerekse Dünya’da
talep azaldı. Bilişim şirketleri, daha renkli ve dokunmatik telefonlarla
albeniyi arttırdılar.
Ya içerik?
Android, IOS, Windows Phone gibi yazılımlar, kamera gibi donanımlarla cazibesi
arttırılan telefonlar, birer medya aygıtına, YouTube, Twitter, Instagram gibi
uygulamalarla kitle iletişim araçlarına dönüştürüldü.
Televizyonun
yerini YouTube, Netflix; gazetelerin yerini Twitter, fotoğraf albümlerinin
yerini ise Instagram gibi platformlar aldı. Modern çağın getirdiği kitle
iletişim araçları yavaş yavaş ömrünü tamamlarken, post-modern çağı yeni
iletişim araçlarını bizimle tanıştırdı.
Türkiye
üzerinde, 1980 darbesi sonrası, devlet politikadan uzak nesiller yetiştirmeyi
amaçladı. Tek kanallı dönemde, gazetelerinde yönlendirmesiyle bunda başarılı
olundu. Ancak, 1990 sonrası özel radyo ve televizyon kanallarının kurulması,
demokrasinin olmazsa olmazı çok sesliliğe dönüş için fırsat yarattı.
2000’lerde
yoğunlaşan internet kullanımı ve sen on yıldaki sosyal-medya çağı, sansür ve
manipülasyon girişimlerine rağmen bilhassa Z kuşağı diye adlandırılan 2000’ler
gençliğinin rahatça konuşmasına, birlikte hareket etmesine, paylaşımları ile
birbirlerini uyarmalarına ve uyanmalarına vesile olmuştur.
Ekonomisi güçlü
olmayan 5 saat televizyon izleyen bir toplum, artık televizyonun yerine
bilgisayarların, telefonların, tabletlerin karşısına mevzilendi. Onunla gülüp,
onunla hüzünlendi.
İyi eğitim
verilmemiş, bilimden uzak, estetik değerleri darmadağın edilmiş, asgari
giderlerini bile karşılayamayan bir toplumun, sosyal medya ile umutlanma,
ayakta kalma çabası takdir edilmelidir.
İlk deniz aşırı
telgrafı 1847’de İngiltere Kraliçesi Victoria, ABD Başkanı James K. Polk’a gönderdiğinde
bunu duyanların ağzı açık kalmıştı. Bugün, binlerce kilometre ötedeki bir ödül
töreni sadece birkaç saniye farkla minicik ekranlarımızın içerisinde, okumayı
çok istediğimiz bir kitap PDF formatında avuçlarımızın içinde, ya da Avusturya
Filarmoni Orkestrasının Yeni Yıl konseri kulaklığımızın ucunda…
İnsanlarımızın
sosyal medya düşkünlüğünü eleştirmek yerine, doğru yönelim ile elinin altındaki
bin dünya bilgiye nasıl ulaşacağı konusunda onları bilgilendirirsek, başka bir
bakış açısı mümkün.
Sözlük
yasaklayan ülkeden, sözlük yazarı bireylerin yaşadığı bir ülkeye...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder